Şükrü SARITAŞ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

ŞÜKRÜ’LERLE GELİYORUZ

 

Bakın,

bakın bitirebilir misiniz bizi?

Bakın, yokedebilir misiniz bizi?

Akşam sabah aynı masalı anlatıyorsunuz... bitirdik, bitireceğiz...

Bakın bakın...

Bizde bu yaşlı inanç,

bizde bu çocuk yürekler varken,

sizde bu zulüm

sizde bu soygun varken,

bakın bitirebilir misiniz?

 

12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde denediniz bunu... Faili meçhullerde, kayıplarda yoketmeye çalıştınız bizi...

Biz hep ayakta kaldık...

Şükrüler vardı çünkü hep...

 

Öldürerek, hapsederek kimi bitirebilirsiniz?

MHP’li faşistlerinizi saldınız 12 Eylül öncesi sokaklara.

Yetmedi, sokak infazlarını polisiniz üstlendi... Yetmedi özel, daha özel ölüm mangaları oluşturdunuz...

İşte yine sokaklardayız...

Çocuk, genç, yaşlı, kadın erkek, biz halkız.

Halkı kim bitirebilmiş ki?

 

Siz vurdukça çoğalarak geliyoruz...

Öfkemizle geliyoruz.

Erkan’larla, Cem’lerle, Sibel’lerle, Şükrü’lerle büyüyerek geliyoruz...

 

(Bu yazı,Yaşadığımız Vatan dergisinin 6 Kasım 2000 tarihli, 63. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

1 Mayıs Mahallesi'nden bir arkadaşı anlatıyor:

“Daha ilk günlerinden Filistinli çocuklara benzetirdik onları...”

 

15 yaşlarındaydı. O ve arkadaşları; diğer adlarıyla “Misket Çetesi”... Oyun yerine, hayatın her türlü kavgasının içindeydiler... Bu mahalle bizimdir, faşist giremez diyerek taşlarla savunurlardı mahalleyi. Daha ilk günlerinden itibaren Filistinli çocuklara benzetirdik onları.

O küçük yaşlarına rağmen gözaltına alındılar, yolları okul yerine DGM’lere düştü. Hatta hapisliklerle karşı karşıya kaldılar...

Şükrü’ye hep “Kara Çocuk” derdik. Erzincan’ın kara çocuğu. O hep gazete dağıtıp, bize bir şekilde yardım etmek için can atardı. Bir de usta sapancılığıyla övünürdü. “Taşı fırlattın mı, düşmanın mermisi namluda donup kalacak” derdi. Okuldaki arkadaşlarına dergiyi okutmaya başladığında sevinci görülmeye değerdi. Hiç yerinde duramazdı. Okul çantasından hiç eksik etmediği dergimizi büyük bir gururla taşırdı. Bilmediği herşeyi sorup öğrenme isteğiyle doluydu.

Şükrü, mesleğini o yaşta belirlemişti. Devrimci Olacaktı. 1 Mayıs sokaklarını savunmada kararlıydı. “Yaşımın önemi yok, sapanımı iyi konuşturuyorum ya” demişti. Sen tüm engelleri aşarak, yaşının üstünde davranmayı başardın misket çetesi’nin kara çocuğu.

 

***

 

ŞÜKRÜLER HEP OLACAK!

 

Şükrü Sarıtaş kim?

Bir gecekondulu.

Ailesi Erzincan’dan İstanbul’a taşınmış.

İstanbul’un güzelliklerini tatmak için gelmemişler bu büyük kente.

Ekmek kavgasına gelmişler. İşsizlik, yoksulluk atmış onları memleketlerinden buraya.

Şükrü, toprağından sürgün bir ailenin çocuğu olarak büyüdü.

Yoksulluk içinde büyüdü.

Dört bir yanı gecekondu, dört bir yanı yoksulluktu, dört bir yanı adaletsizlikti onun.

Onun küçük beyninde polislere dair tek iyi bir şey yoktur. Çünkü o polisleri ne zaman gördüyse, semtinden birilerini döverken, komşularının evini basarken, mahallelerinin orta yerinde panzerleriyle terör estirirken görmüştür.

Gazi ve Ümraniye katliamı olduğu sıralar, o 10 yaşındaydı.

Ailesinden, çevresinden Gazi, Ümraniye davasını duyarak büyüdü. Mahallelerinden 5 kişinin o zaman katledildiğini ve katillerinin tutuklanmasına bile gerek görülmediğini biliyordu.

O beş kişinin katillerinin resmi ve sivil faşistler olduğunu biliyordu.

O, faşistlere öfke duymasın da kim duysun!

 

“Böyle çocuklar da var..

Doğrudur, düzen, 12, 13, 14 yaşındaki çocuklarımızı tiner bağımlısı yapıyor. Mezarlık kumarcıları haline getiriyor.

Doğrudur, gecekondu semtlerinde yaygınlaştırılan internet Kafe’lerde kafeslemeye çalışıyor şimdi onları.

Doğrudur, düzen okula gidebilen çocukları amaçsızlaştırmaya, büyüyünce ne yapacağını bilmez kişiler haline getirmeye çalışıyor ve bazılarında da  başarılı oluyor.

Şükrü, düzene kaptırmadığımız çocuklardandır. 

Şükrü’ler sanıldığından çoktur.

Vatan’ın bu sayısında “Bir ölüm, bir hayat” başlığı altında yayınlanan Erkan Dilsiz’in öyküsünü okuyun.

13-14 yaşındaki çocuklarımızın ruh halini orada çok net göreceksiniz.

Belki kimileriniz “böyle de çocuklar var mıymış?” diyecek.

Evet var ya.

Sibel vardı. Sibel Yalçın. 16’ünde direnişçi, 18’inde kahraman.

Erkan vardı, 11 yaşında devrimci, 15’inde gerilla.

Cem vardı, Cem Güler... 15 yaşında bir gerilla olarak toprağa düşmüştü.

Şükrü de onlardan biriydi işte.

Ve bu ülkenin gecekondularında, ücra anadolu kasabalarında, köylerinde onlardan daha ne kadar çok var...

Kimse onların duygularını, düşüncelerini, yaptıklarını “çocuk aklı işte” diye, veya “gençlik işte, maceracılık” diye düşünmesin.

Hayatın ve ölümün anlamını çok erken yaşta kavramış ve bu bilinçleriyle de hayatlarını ortaya koyan bir kavgayı tercih etmişlerdir.

Ne yaptığını bilmez bir maceracılıkla uzak yakın bir ilgisi yoktur onların mücadelelerinin.

 

(Bu yazı,Yaşadığımız Vatan dergisinin 13 Kasım 2000 tarihli, 64. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri